30 Ağustos 2010 Pazartesi

Bir mutfak hikayesi

Saate baktı önce,gözlerini ladin masada yemek yiyen adama dikti sonra.Gülümsemesini bastırmak için dudaklarını ısırdı.Bu öyküde gülmeye yer yoktu."Nasıl buldun" diye sordu.Çatalı bıraktı adam önce elinden,masanın köhneliğini farketti,sırf vakit geçsin diye ağzındaki lokmayı uzun uzun çiğnedi."Oldukça lezzetli,ellerine sağlık" dedi.Kadın tatmin olmadı bu cevaptan.Mükemmel bir pilav yapabilmek için saatlerdir mutfakta olduğunu söylemedi,6 tencere pilavı,sırf tam istediği gibi olmadı diye çöpe boşalttığını,yedinciyi yaparken adamın geldiğini,o heyecanla tencereyi ocakta unutup dibini yaktığından bahsetmeyi düşünmedi bile."Beğendiğine sevindim" dedi,"beni memnun etmek için mi söylüyorsun,yoksa köprüyü geçene kadarki prosedür söylemleri mi bunlar?"
Adam gülmek istedi,ama kadının gözlerinde yakut gibi parlayan ciddiyeti görünce vazgeçti."Ah tamam doğrusunu söylemek gerekirse yediğim en lezzetli pilav değil,ama seni temin ederim daha kötülerini de yedim"
Üzüldü kadın,bu sefer üzüntüsünü belli etmemek için ısırdı dudaklarını."Ben,ben sadece her şey iyi olsun istemiştim" demeye çalışırken gözyaşlarını tutamadı daha fazla,köprücük kemiklerinden süzüldü birer birer...O esnada adam tabağın kenarına konan eşek arısını gördü.Çok ünlü atasözünü anımsayıverdi,içinden okkalı bir küfür ve hafif bir beddua savurdu kendine."Seni kıracak bir şey söylemek istemedim,gülersin diye umdum galiba" dedi.Ama yanılmıştı,bu öyküde gülmeye yer yoktu.

Buradan bir karga geçti

Ben...İstemedim galiba.Bir sürü sebebim var bunun için.Hani öyle havadan sudan değil,yenilir yutulur cinsten.Kararsızlıklarım var benim mesela,belki de sizden daha fazla.Hepinizden iyi de olabilirim,kötü de.Bir kanser hücresinden farkım yoktur belki,hani şu beyninizi kemiren,nörolojik semptomlar veren cinsten.
Sizin gibiyim ben de;bazen aşık olurum,bazen de öyle olduğumu zannederim.Saat 05.23te ağarmakta olan günü izlerken aşkın biyokimyasını düşünürüm.Yıllar önce Bilim Çocuk'ta okuduğum bir yazıyı hatırlarım hayal meyal,ama paylaşmam sizlerle.MFÖ dinlerim mesela,"yalnızlık ömür boyu" derken deliler gibi yanılmalarını umarım.
Karga sesinden hoşlanmam,ama duymak garip bir huzur verir bana.Evimdeymişim gibi hissettirir.Perdeyi açtığımda cılız bir çam ağacının tepesine tünemiş otururken hayal ederim onu.Annemin kediler için bıraktığı peynir için didişmelerini izlerim,pek bir ironik bulurum.Kurnaz tilki kocaman çam ağaçları arasında ormanda kalmış,cılız çam ağaçlarının hakimiyetini tekir kediye bırakmış,o da ya saflığından,ya paylaşımcı yaradılışından,ya da fırında portakal soslu pekin kargası fantezileri sebebiyle göz yumar olmuştur bu duruma.Belki de diyettedir,bizim Sarman'a güzel görünme çabaları falan...Nedendir bilmem,açıkçası pek de önemsemem.
Uykuyu çok severim ben,hepinizden daha çok.Ama bazen uyuyamam,ardımda artistik kıvrım izleri,buruşmuş bir nevresim bırakırım.Kasırgalar vardır hani Katrina,Agatha,Danielle...Neden kadınlara ithaf edildiklerini yeni yeni idrak ediyorum sanırım.Beynimizde poyrazlar,lodoslar,nice hortumlar var.Oradan oraya savruluyor düşünceler.Düşünceler harap,düşünceler bitap...Ama hortum ısrarcı.
Sizler gibi büyürüm,olgunlaşırım ben de.Eskiden beni gülümseten şeyler şimdi tat vermez,ya da bazı şeylerin değerini yeni idrak ederim.Kendimi tanıma evremi hiç bir zaman tamamlayamayacakken kendimi tanıtmaya çalışırım.Ben...insanım.