28 Kasım 2010 Pazar

Piyango sana vurdu

Amorti sevgili:
Ne kazandırır ne de kaybettirir.Düşlerinizi büyük ikramiye süslerken ona talim etmişsinizdir.Lakin bir süre sonra talih kuşunun albenisine kapılır,harcayıverirsiniz onu.Belki de kazı kazana yatırırsınız.Bir gün biri gelir,sizi kazır,kazıklar sonra."Şans"ına küsüverirsin işte o zaman.
Büyük mü oynamak istiyorsun?Şeytanın bol olsun.

26 Kasım 2010 Cuma

Julyen usülü dilimlenmek

Sevgili Blog;
Samimiyetimiz ilerlediği zaman "Blogcuğum" da diyebilirim,ama şimdiden pek beklenti içerisine girmemeni öneririm.Sevgi sözcükleriyle aram pek iyi sayılmaz maalesef.
Günlük konuşma diliyle yazmanın gözünü seveyim ya,ne bir düzeltme yapıyorum, ne de tekrar okumak zorunda kalıyorum.Olabildiğince doğal,olabildiğince kusurlu...Ben böyle seviyorum.Hem yeni trend bu,kurtlu elmalara rağbet var mesela,organik olduğuna dalalet ediyormuş falan.
Az önce ruhani bir aydınlanma yaşadım."Az önce" de göreceli bir kavram tabii.
İtiraf ediyorum:Doktor Jekyll ve Mr. Hyde gibiyim.İki yüzlülük de diyebilirsin,manik depresiflik de,disosiyatif kimlik bozukluğu da.Yoruma ve tartışmaya açık anlayacağın.Bir öyleyim bir böyle.Ama hiç "şöyle" olmadım,fifty fifty olayını seviyorum.Günlük konuşma dediysek,dibine de vur demedik değil mi?
Bugün ortaokuldaki Türkçe öğretmenimle karşılaştım,beni görünce ilk tepkisi "Ah benim çenesi düşüğüm" oldu.Tam öyle olduğumu kabullenip,kendimle barışmışken;bir arkadaşımdan karakter analizimi barındıran bir esemes geldi.Efendim ona göre de ben,sessizmişim,ağırmışım,duruşumda ciddiyetle kombine edilmiş bir mesafe varmış.Ne kadar diye sormadım ama,bayat kaçacağını biliyordum çünkü.Sonra unuttum gitti bunu.Ne zaman ki yapacak iş kalmadı kafama annemin yeni aldığı devasa buharlı ütünün çarpması gibi dank etti bazı şeyler.İkisi de kendilerine göre haklılardı.Pek sevgili öörtmenim benim Mr.Hyde tarafımı görürken,arkadaşım Freud ise Dr.Jekyll'le tanışma şerefine nail olmuştu.Acaba bu bir taktik miydi?Acaba ikili mi oynuyordum?Ben hep kazanacak ata oynarken nereden çıkmıştı bütün bunlar?Yine buharlı ütü girdi devreye.Aman Tanrım,bütün bunlar bir taktikti.Nabza göre şerbet veriyordum ben,boru değil 3 sene tıp okuyunca içinde "nabız" geçen bir deyiş kullanmam da yadırganmamalıydı.Sinerji,enerji,kuantum,kimya,elektrik,frekans,Kirchoff,ne bileyim ben işte onun tutması lazımdı.Herkesle tutuyordu aslında,farklı yönelimlerle sonuçlanıyordu.Kimi beni buzdağı gibi görürken,kimi de buzdağının öteki yüzü gibi görüyordu,kimisi de Titanic'in yarattığı önyargıyla koşarak benden uzaklaşıyordu.Ben sebep oluyordum bütün bunlara.
Sor bakalım peki pişman mıyım diye,bir sor?Söylemem.Ayrıcaa,gülme incinirim.Bir de kurgularım.See you in another life,brotha!

Ortasından başlayan yazı

Belki kabul olmayacaktı ama yine de denemek istedi.Dua etti küçük kız,bütün kalbiyle,bütün samimiyetiyle.Dua ederken gözlerini kapatırdı hep,yine öyle yaptı.Mavi kanatlarından yaldızlar saçılan kuşu gördü önce,gülümsedi:başarmıştı.
Düşler alemi pek bir ilginçti,bilinçaltına göre şekilleniyordu.Bugün yediği dondurmanın etkisiyle Twister temalıydı mesela.Inception'daki o betonarmeler,kovalamacalar,Leonardo Di Caprio falan da yoktu.Küçük kız aptal değildi hem;Leo'nun gerçek adının Jack olduğunu ve Titanic faciasında öldüğünü biliyordu.Mavi kuş da Teoman'la Bülent Ortaçgil'in fantezilerindeki gibi değildi zaten.Eğer hikayenin başını okusaydınız bilirdiniz bunu.
Mavi kuş telepatikti;küçük kızın düşünceleri onun beyninde dalgalar halinde yayılıyordu suda sektirilen taş misali.Küçük kızla tanıştığı ilk günü düşündü,flashback'lere zaman ayıramayacak bir yazarın hayal ürünü olduğunu anımsadı sonra.Yazar da o anda duruma müdahale etti,giriş bölümüne attı topu.Giriş yine karşılayamadı bu servisi.Çok heyecanlı bir maçtı.
Küçük kızın her şeyi olmuştu Mavi kuş,Twister bile onunla anlamlıydı.Tıpkı Cim Tart ve Sen-sun gibi.Küçük kız boğazına ne kadar düşkün olduğunu bir kez daha idrak etti o an."Madem flashback için vakit yok,karakterlerle okuyucu arasında bir bağ kuralım" diye düşünüyordu yazarımız çünkü.Yoksa küçük kız aptal falan değildi,ayrıca bilinçli bir tüketiciydi.Son kullanma tarihine bakmadan almazdı hiçbir şeyi.Acaba Mavi kuş da miadını dolduracak mıydı bir gün Cim Tart gibi?Bu düşünce evlat acısı gibi çöreklendi yüreğine.Evlat dediysek lahana bebeği kastediyoruz tabii,çünkü küçük kız gerçekten çok küçüktü.
Mavi Kuş'un da kendisi gibi büyülü,benzersiz bir blog'u vardı.Orada emsalsiz ama efsunlu bir yazı paylaşmıştı Küçük kız ile ilgili.Aynı yatağa serilen nevresimin farklı motifleriyiz,ama aynı tekstil fabrikasında dokunduk demeye getirmişti Küçük Kız'ın yazısından alıntı yaparak.El emeği göz nuru devri çoktan kapanmıştı,yoksa dokuma tezgahında ilmek atarken kör olan bir genç kız hikayesi de kaynardı araya.Teknolojiye bir kez daha şükretti yazar,bir de onu kaldıramazdı bu bünye.
Küçük kız,gerçekten çok küçüktü.Mavi Kuş'un yanında kendini daha da küçük,daha çocuk,daha mutlu hissediyordu.Mavi Kuş onun için ozon terapisi gibiydi,damarlarında dolaşan kanı saflaştırarak gençleştiriyordu onu.Her derde devaydı o.C vitamini deposuydu bazen,turunç tadındaydı.Bazen Yavuzlar'dan alınan bir supangle lezzetinde,bazen de Tonton'dan yenilen bir döner eşsizliğindeydi.Ama yeter ki Kare pizza olmasındı.Beyninden çok midesiyle mi düşünüyordu Küçük Kız?Bu sorunun cevabı giriş bölümünde değil,sonuçta saklıydı.Ama ne yazık ki ortasında başlayan yazı yine tam ortasında bitecekti.
Mavi Kuş yüreğinizin en derinlerine işleyen sözlerle ifade ederdi duygularını,göz yaşı merkezini aktive edecek kadar başarılıydı genelde.Ama Küçük Kız dudak köşelerini hedef alırdı.Daha spesifik olmak gerekirse;Latince ismi Musculus Risorius olan,halk arasında "gülme kası" olarak bilinen yeri.Biri fa minörden girerken,diğeri do majorden başlar,ama aynı mahur bestede buluşurlardı.Nasıl oluyor o diye sormayın,oluyordu işte.
Ve Küçük kız bir şarkı mırıldanarak bitirmek istedi "orta oyunu"nun 'son' sahnesini.
"Mavi kuş sanki bir düş
Kaşla göz arasında
Geceyle gündüz ortasında
Sokaklar bile sokaklara kesişir
Gölgeler ki güneşe bağlı
Biz ikimizde öyleyiz"